2012 yılındaki en önemli bilimsel gelişmeler

   Bu yazıda, önem sırasına (ve biraz da kendi keyfime) göre çeşitli kaynaklardan seçerek derlemeye çalıştığım 2012 yılının önemli bilimsel keşif ve gelişmelerini listeledim. Buna rağmen yıl içerisinde sizi heyecanlandırmış olduğu halde listede göremedikleriniz de olabilir. Maksat, 2013 yılına girmemize günler kala bilimin aydınlık ve büyüleyici objektifinden 2012 yılına şöyle bir kuş bakışı göz atmak. Özellikle de bir muhafazakarlık dalgasıyla karartılan, bilime ve bilimsel kanıtlara duyulması gereken ilgi ve saygının azaldığı ülkemizde buna hepimizin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. 

   Her başlığı olabildiğince özet bir şekilde anlatmaya çalıştım; ama bu müthiş keşifleri daha da detaylı araştırmak isteyenler olabileceğini düşünerek, bazıları için daha kapsamlı yazılara ve her çalışmaya ait bilimsel makale kaynaklarına bağlantılar ekledim. Keyifli ve bilgilendirici olması, gelecek yılların da her türlü dogma ve hurafeden arınması dileğiyle...

Higgs Bozonu ile uyumlu bir parçacık keşfedildi: 

   Bu yılın belki de ilk akla gelen ve en önemli keşiflerinden birisi, Temmuz ayında CERN’deki fizikçilerden geldi. Deneylerde, uzun yıllardır aranan (ve halk arasında “Tanrı parçacığı” ismiyle popülerleşen) Higgs bozonuna benzer bir parçacık bulunduğu açıklandı. Higgs bozonu, maddeyi oluşturan parçacıkları ve bu parçacıkların birbirleriyle etkileşimlerini temsil eden 3 kuvvetin (elektromanyetik kuvvet, zayıf kuvvet ve güçlü kuvvet); dolayısıyla da maddenin açıklamasını yapabilen başarılı bir kuram olan Standart Model’in tanımlanabilmesi için gerekliydi. (İsim babası olan Prof. Higgs'in 1964 yılında ortaya attığı teoriye göre Higgs bozonunun, diğer parçacıklara kütle sağlayan kütlesiz bir parçacık olması gerektiği varsayılıyordu.) 


   Keşif henüz çok yeni, dolayısıyla bu yeni parçacığın aranan Higgs bozonu ile uyumlu olduğu görüşü bilim dünyasında yaygın kabul görüyor olsa da, özelliklerini anlamak ve kesin olarak Higgs bozonu olduğunu söyleyebilmek için daha çok çalışma yapılması gerektiği de vurgulanıyor. CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) gelecek sene tamir ve bakım için kapatılacak ve 2015 yılında da atom altı evreni daha yüksek enerji düzeylerinde incelemek üzere yeniden çalıştırılacak. Fizikçiler, Standart Model’in de ötesindeki fizik kurallarına dair bilgiler elde etmeyi umuyor. Buluşla ilgili daha detaylı bilgi almak için tıklayın. 

Curiosity keşif aracı Mars’a indi:

   2011 yılının Kasım ayında Mars’a doğru yola çıkan NASA’nın Curiosity (Merak) isimli keşif aracı, bu yılın Ağustos ayında kızıl gezegene indi. Dünyanın her yerinden milyonlarca insan, heyecan içinde bu olaya tanıklık etti. O günden beri, Curiosity’nin donanımlı kameraları ve yüksek teknolojiye sahip cihazlarının sağladığı verilerle Mars’ın jeolojik yapısı, iklimi ve atmosferi hakkında yepyeni bilgilerin yanı sıra çok sayıda fotoğraf elde edildi. Curiosity, toprak örnekleri alarak onları kendi bünyesindeki analiz cihazlarında inceleyebilen Mars'taki ilk keşif aracı. Analiz edilen toprakta şimdiye kadar su, sülfür ve klor içerikli bileşikler bulundu; bunlar da karmaşık bir kimyaya işaret ediyor. 


   Keşif projesi o kadar başarılı bulundu ki NASA Curiosity’nin geriye kalan parçalarından yeni bir keşif aracı inşa edip 2020 yılında tekrar Mars’a yollayacağını duyurdu. Curiosity’nin 2 yıllık keşif görevi ise süresiz olarak uzatıldı.

 Büyük insansı maymunların genom dizilenmesi tamamlandı:

   2012 yılına kadar insan, şempanze ve orangutan genomlarının tamamı tanımlanmıştı. Bu sene de Avrupa’dan iki ayrı ekip, goril ve bonobo genomlarını dizilemeyi başardı. Böylece artık günümüzde yaşayan Hominidae familyasına ait bütün türlerin genom dizilenmesi tamamlanmış oldu. Elde edilen bilgilerin ışığında gorillerle DNA’mızın %98’ini paylaştığımız ve gorillerin, evrim ağacındaki insan/şempanze/bonobo dalından 10 milyon yıl önce ayrıldığı belirlendi. Bu rakamlar çok büyük bir şaşkınlık yaratmadı fakat türleşmenin başlama tarihini tahmin edilenden biraz daha geriye atmış oldu.

   Bonobo genom çalışmasından çıkan sonuçlara göre de bonobo DNA’sının, 1000 amino asit içinden sadece 4 tanesi ile şempanzelerden ayrıldığı bildirildi. Şempanze/bonobo ayrımının 1 milyon yıl önce gerçekleştiği bulundu. Bonobo genomunu tanımlayan Max Planck Enstitüsü’ndeki bilim insanları, şimdi de insan/şempanze/bonoboların ortak atası hakkında daha fazla bilgi edinmek için bu 3 genomu birbirleriyle karşılaştırıyor. 

Fetüs genomu dizilendi:

   Haziran ayında bilim insanları tamamlanmış bir fetüsün genomunu tanımladı. Bunun için sadece annenin kanında dolaşan ufak DNA parçalarını incelemek yeterli oldu. Bu yöntem, eskiden kullanılan tekniklerin aksine, anne ve bebeğe hiçbir kesi yapılmadan ve dolayısıyla ikisine de zarar verilmeden uygulanmış oldu. Uzmanlar, bu teknoloji sayesinde mutasyonlar nedeniyle oluşan 3000’den fazla hastalığın teşhis edilebileceğini, ancak genom dizilenmesi çalışmalarında her zaman olduğu gibi, belli bir mutasyonun hastalık yaratıp yaratmayacağının kesin olarak bilinemiyor olmasının da işi zorlaştıracağını bildirdi. Ayrıca tekniğin anne-bebek sağlığı alanında klinik anlamda kullanılması için en az 5 yıl geçmesi gerekebilir. 

   Bebekler için yapılan genetik testler şu anda da yaygın olarak kullanılıyor, fakat bu teknik sayesinde daha da fazla ölümcül veya ciddi hastalığa, bebek henüz anne karnındayken erken teşhis konulabilir.

 Kuantum ışınlama mesafesinde rekor kırıldı: 

   Işınlama aslında yıllardır uygulanan bir yöntem; en azından atom düzeyinde. Fakat Waterloo Üniversitesi’ndeki araştırmacılar bu sene, daha önce 97 km olan ışınlama mesafesi rekorunu kırarak yeni bir rekora imza attılar: Kuantum bilgisi (bu deneyde fotonlar), La palma ve Tenerif adaları arasında, yani 143 km’lik bir mesafeye başarılı bir şekilde ışınlandı.


   Buradaki olay, fiziksel bir maddenin ışınlanması değil, maddelerin kuantum seviyelerinin transferi. Fakat temelde aslında aynı şey sayılır. Bilim adamları La Palma'da bazı fotonları yoğunlaştırarak çok güçlü bir lazer yardımıyla bu fotonlardan birini Tenerif'deki alıcıya gönderiyor. Daha sonra bu ilk fotonun kuantum seviyesi değiştiğinde, ikinci fotonun kuantum seviyesi de 143 km uzakta olmasına rağmen herhangi bir gecikme olmaksızın ışıktan daha hızlı bir şekilde değişiyor. Alıntı kaynağı ve daha detaylı bilgi için tıklayın.

   Bilim insanları gelecekte, parçacıkları uzaydaki bir uyduya, oradan da tekrar dünyaya geri ışınlayabileceğimize inanıyor. Hatta Çin, 2016’da fırlatacağı bir kuantum bilgi uydusuyla bu olasılığı test etmeyi planlıyor. Diğer ülkeler de bu gelişmeden geri kalmamak için rekabete girmiş durumda. 

Yaşamın yeni kimyasal yapı taşı : XNA

   Dünya’daki canlılık, son 3 milyar yıldır iki adet bilgi depolayan moleküle dayanıyor: DNA ve RNA. Bu sene bunlara, Science dergisinde yayınlanan ve sentetik biyoloji alanında çığır açan çalışmayla bir üçüncüsü eklendi: XNA. XNA’lar, V. Pinheiro ve P. Holliger isimli iki biyolog tarafından sentezlenen 6 ayrı yapay polimeri ifade ediyor. 

 
   XNA’nın önemi, tıpkı DNA gibi genetik bilgiyi depolayıp doğal seçilim yoluyla evrim geçirebiliyor olması. Bilim insanları şu an için XNA’nın tıp ve sanayi alanlarında kullanılmasını umuyor; fakat dünyada yaşamın nasıl ortaya çıktığına ilişkin çalışmalarda da bize yepyeni bilgiler sunacağı açık. Ayrıca XNA, DNA ve RNA’dan bağımsız olan yeni yaşam formlarının da önünü açabilir. Hiçbir biyolojik molekülün yardımına ihtiyaç duymadan taşıdığı bilgiyi kopyalayabilen sentetik polimer XNA, bir gün Dünya’ya insan eliyle üretilen canlılar sunabilir. Pinheiro, insan yapımı yaşam türleri için kendini kopyalayabilen XNA sistemlerinin geliştirilerek hücrelere nakledilmesi gerektiğini ifade etmişti. Genetik bilimi bir gün bunu başarırsa, insanın yarattığı yepyeni canlılar görebiliriz. Daha detaylı bilgi için tıklayın. 

Dünya’nın, Güneş Sistemimizin dışındaki ikizi keşfedildi: 

   Ekim ayında Nature dergisinde, bize en yakın yıldız sisteminde bulunan Alpha Centauri B yıldızının yörüngesinde Dünya ile aynı büyüklükte kayalık bir gezegenin keşfedildiği duyuruldu. Bu gezegen Dünya’ya sadece 4,4 ışık yılı mesafede, yani uzay zamanı bakımından kapı komşumuz denecek kadar yakın; ama henüz uzay seyahatimiz için de fazlasıyla uzak. Yıldızının etrafında dönme süresi (yani 1 yılı), Dünya zamanıyla 3,2 güne eşit. Fakat gezegenin, yaşam barındıramayacak kadar yıldızına yakın (yani sıcak) olduğu varsayılıyor. Bilim insanları, Alpha Centauri’nin diğer üç yıldızının etrafında da gezegenler olabileceğini düşünüyor.

Ender görülen genetik varyasyonlar keşfedildi:

   Genetikçiler 2000’li yılların başlarında, hastalıkların genetiğine ilişkin yapılan araştırmaların sonunda rahatsız edici bir gerçeğin farkına varmıştı: Biyolojik bileşenlerin kalıtımıyla ortaya çıkan hastalıkların çok azı genlerle bağlantı kurularak açıklanabiliyordu. Bu açmaza, kayıp kalıtsallık ismi verildi. Fakat o zamanlar, bilim insanları henüz sadece çok bilinen genetik varyasyonları (çeşitlilikleri) analiz etmişti. Geçtiğimiz sene ise, eskiden sahip olunan teknoloji ile teşhis edilmesi mümkün olmayan yepyeni genetik varyasyonlar keşfedildi.
   Sonuç: İnsanlarda bulunan genetik varyasyonların birçoğu oldukça nadir görülen türde ve yalnızca birkaç bin yıl içinde; yani insan popülasyonlarında patlama yaşanmasıyla ortaya çıkmıştır. Ayrıca zararlı varyasyonların daha yeni oldukları; büyük ihtimalle de henüz doğal seçilimin etkisiyle ayıklanamayacak kadar yeni oldukları belirtilmiştir. Bu, insan sağlığı için kötü haber, ama işin olumlu bir yanı da var: Yeni varyasyonların birikimi, insanların evriminin son hızda devam ettiğini gösteriyor. 


Şekil: Üst sırada, her kromozomda belirlenmiş olan genetik varyasyonlar görülüyor. Sol taraf popülasyon patlamasından öncesini, sağ taraf ise sonrasını ifade ediyor. Altta da varyasyonun yaşı verilmiştir.

Vostok Gölü’ne ulaşıldı:

 

   On yıldan daha uzun bir süredir devam eden sondaj işlemleri sonunda, Rus bilim insanları nihayet Antarktika’da buzun altında gömülü halde bulunan Vostok Gölü’ne ulaşmayı başardı. Yaklaşık 36 km’lik bir buz katmanının altında bulunan ve yaklaşık 15 milyon yıllık olduğu düşünülen Vostok Gölü, güney kutbundaki en büyük göllerden birisi. Gölü çevreleyen buzun içerisinde karanlıkta yaşayan mikrobik yaşama dair hiçbir kanıt bulunmamış olsa da, bilim insanları gölün kendisinin yaşam barındırıyor olabileceğini düşünüyor. Amerika ve İngiltere’den iki ekip, şu anda tam da bunu öğrenmek için Antarktika’daki çalışmalarına devam ediyor.

Şempanzeler üzerinde uygulanan invazif deneylerin sonlandırılmasına yönelik güzel gelişmeler: 

 

   İnsanın en yakın akrabası olan, tıpkı bizim gibi düşünen ve duygular barındıran şempanzeler üzerinde on yıllardır yapılan çalışmalar, etik anlamda rahatsız edici boyuta gelmişti. Binlercesi tutsak edilen bu hayvanlar, çoğumuzun hayal bile etmeye çekineceği türden deneylere tabi tutuluyorlardı. Dünyanın birçok ülkesinde invazif deney yöntemleri yasal olarak yasaklanmışken, Amerika’da yürütülmeye devam ediliyordu. 2011 yılında uzmanların katıldığı bir panelde, bu deneylerin sadece acımasız değil, aynı zamanda da gereksiz olduğu duyuruldu. Hayvan hakları savunucularının da alkışlarını toplayan bu beyan sevinç yaratmış olsa da, yasal bir bağlayıcılığı olmaması nedeniyle ülkede şempanze araştırmalarının en büyük sponsoru olan NIH’in (National Institutes of Health; Ulusal Sağlık Enstitüsü) buna uyup uymayacağı konusu kafalarda soru işaretleri kalmıştı.

   Geçtiğimiz Eylül ayında NIH, kendi bünyesinde bulunan 110 şempanzenin deneylerden geri çekilerek emekli edileceğini duyurdu. Geriye kalan 475 tanesi devlet laboratuvarlarında, yaklaşık 500 tanesi de ilaç şirketlerinin elinde bulunuyor. Fakat emeklilik kararı hepsine bir mesaj göndermiş oldu: Şempanzeler üzerinde yapılan tıbbi araştırmalar, artık kabul edilebilir değildir. Bu hususta sevindirici bir şekilde sona yaklaşılmış görünmektedir.

Denisova insanının genomu dizilendi:

   Asya'da yaşamış olup nesli tükenen ve Neandertal insanla akrabalığı bulunan bir insan türü olan Denisova insanının genomunun tamamı, Almanya'daki Max Planck Enstitüsü’nün Evrimsel Antropoloji dalındaki araştırmacılar tarafından tanımlandı. Bu genom, eski insan türlerine ait olup da tamamı tanımlanan ilk örnek ve nesli tükenmiş olan insan türlerinin araştırılmasında da büyük bir atılımdır. Genomun, Denisova ve Neandertal insanlarının evrimsel ve sosyal geçmişlerine dair yepyeni bilgileri açığa çıkaracağı kesin. Bu, modern insanlar için de geçerli. Çalışmayla ilgili daha detaylı bilgi almak için tıklayın.

Kök hücreden yumurta hücresi üretildi:

   Bugüne kadar kök hücre çalışmalarından vücut hücreleri için pek çok kök hücre öncülü elde edilmiştir, fakat eşey hücreleriyle çalışmak daha zordur. Çünkü eşey hücrelerinin gelişim aşamaları, çoğu vücut hücresine göre daha karmaşıktır (mitoz yerine mayoz bölünme geçirdikleri için).

   Bu yıl Japon bilim insanları, erişkin farelerden alınan embriyonik kök hücrelerini kullanarak canlı yumurta hücreleri (yani dişi eşey hücreleri) üretmeyi başardı ve böylece önemli bir buluşa imza attı. Bu sayede, gelecekte belki de birçok kadın anne olabilecek. Ayrıca, memelilerin gelişimi ve kısırlık araştırmalarında da önemli bilgiler elde edinilecek.

Bir kara deliğin yarıçapı ölçüldü: 

   Bilim insanları ilk kez “madde için geri dönüşü olmayan” noktayı ölçmeyi; yani kara deliklerin event horizon (olay ufku) isimli bölgesinin görüntüsünü elde etmeyi ve akresyon diskinin en iç yörüngesinin çapını ölçmeyi başardı. Daha detaylı bilgi almak için tıklayın. 

  

Kısa süreli bellek yapay ortamda izole edildi:

   Case Western Reserve Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan araştırmada bilim insanları, izole edilmiş beyin dokusundaki kısa süreli belleği yapay ortamda saklamanın yöntemini buldu ve sonuçlar Nature Neuroscience dergisinde yayımlandı. Çalışmayı yürüten bilim insanları, belleğin normal işlevinin anlaşılmasıyla Alzheimer veya Parkinson gibi nörolojik hastalıkların hafızayı nasıl etkilediğinin anlaşılabileceğini, ayrıca yaşlanmaya bağlı hafıza bozuklukları için yeni ve daha etkili tedavi yöntemleri geliştirilebileceğini söyledi. Detaylar için tıklayın.

Merkür’de su bulundu:

   Science dergisinde yayınlanan 3 ayrı makalede, Merkür’ün Güneş ışınlarından mahrum kalan kuzey kutbunda yüksek miktarda donmuş su bulunduğu belirtildi. Yapılan keşif, Merkür’de yaşamın yapı taşları dediğimiz organik maddelerin de bulunma olasılığını artırdı. Konuyla ilgili detayları öğrenmek için tıklayın.

Geçmiş olayları gizleyebilen görünmezlik cihazı üretildi: 

   Bir süredir bilim insanları, nesneleri görünmez hale getirebilecek farklı görünmezlik cihazları (pelerinleri) üzerinde çalışıyor. İlk elektromanyetik görünmezlik cihazı 2006 yılında meta-materyaller (farklı elektromanyetik ve fiziksel özelliklere sahip olan yapay bir madde) kullanılarak üretilmişti. Bu cihaz, bir cismin etrafındaki mikro dalgaları, tıpkı pürüzsüz bir taşın etrafından akan su gibi bükmeyi başarıyordu. Fakat sadece 2 boyutta işe yarıyordu; yani yukarıdan bakılınca görünmez hale getirilmiş olan cismi yine de görebiliyorduk. 2010 yılında ise cisimleri 3 boyutta görünmez hale getiren, bunun için de onu bir anlamda bir görünmezlik halısının altına gizleyen bir cihaz üretilmişti.

   Bilim insanları bu sene de, geçmişte yaşanan olayları gizlemeye (İng. temporal cloaking) yarayan bir cihaz geliştirdi. Cihaz bu işi, bir ışık demetinin farklı bölümlerini yavaşlatıp hızlandırarak ve sonra hepsini birleştirerek gerçekleştiriyor. Şu an için bu yöntemle ancak saniyenin 40 trilyonda biri (0.00012) kadarlık zaman dilimleri gizlenebiliyor, ki bu da insan yaşamını doğrudan etkileyemeyecek kadar kısa bir süre. Ancak bu alandaki çalışmalar hızla ilerliyor ve bize de geleceğin neler getireceğini heyecanla beklemek kalıyor.

Pleistosen dönemine ait bitki canlandırıldı:

 

   Bu yıl Jurassic Park’a bir adım daha yaklaştık. Bir grup bilim insanı, 30 bin yıllık bir bitki olan Silene stenophylla’nın tohumlarından Pleistosen dönemine ait bu bitkiyi yeniden canlandırmayı başardı. Ekibin bildirdiğine göre, bitkinin tohumları adeta derin dondurucuya atılmış gibi bunca zaman donmuş toprak tabakasının altında çözülmeden ve zarar görmeden kalmıştı. Bu çalışma, biyolojik malzemenin on binlerce yıl sonra canlandırılabildiğini kanıtlayarak, nesli tükenmiş olan canlı türlerinin de aynı şekilde hayata döndürülebileceğini gösterdi. Daha fazlasını öğrenmek için tıklayın. 

500 milyon yıllık bir bakterinin genleri, modern bir bakteriye aktarıldı: 

 

   Bilim insanları, paleo-deneysel evrim adı verilen bir yöntem kullanarak, 500 milyon yıllık bir bakteri fosilinden alınan antik genleri, canlı bir E. Coli bakterisine aktardı. Yapılan deneyle, bin nesildir hayatta olan bakterinin milyonlarca yıldır süren evrimi daha kolay bir şekilde gözlemlenebilecek. Georgia Tech’in NASA Ribozomal Orijinler ve Evrim Merkezi’nde görevli moleküler biyoloji uzmanı Betül Kacar şöyle konuştu: “Bu deney, yaşamın moleküler kaydını geriye sarıp tekrar izlemeye en çok yaklaştığımız andır. Antik bir genin modern bir canlıda nasıl evrim geçireceğini gözlemleme şansı elde ettik, bu sayede bir zamanlar gerçekleşen evrim sürecinin aynı şekilde mi, yoksa daha farklı bir yol izleyerek mi gelişeceğini görebileceğiz." Bilim insanları, evrim deneylerine devam edeceklerini ve bu sefer proteinlerin evrim alışkanlıklarını inceleyeceklerini belirtti.

Evrendeki en eski galaksiler keşfedildi: 

   Gök bilimciler, sürekli olarak yeni yöntem ve cihazlar geliştirerek 13,7 milyar yaşındaki evrenimizin erken aşamalarına, yani Büyük Patlama (Big Bang) anına en yakın dönemlerine dair bilgilerimizi güncelliyor. Bu seneye kadar Evren’in kozmik şafak diye isimlendirilen ve Büyük Patlama’dan yaklaşık 400-600 milyon yıl sonrasını tanımlayan dönemine ilişkin bilgilerimiz sınırlıydı. Ama bu durum, NASA’nın Hubble ve Spitzer teleskoplarından elde edilen verilerle bu sene değişti; şimdiye kadar bulunan en eski galaksi ailesi keşfedildi. Bunlardan en eskisi, Büyük Patlama’dan 480 milyon yıl sonra oluşmuş olan UDFj-39546284 galaksisidir. Bulgular, bu galaksilerin hepsinin kademe kademe oluştuğunu (yani aniden oluşmadığını) da kanıtladı. Ayrıca bugünkü galaksilerden binlerce kat daha yoğun ve birbirlerine çok daha yakın oldukları anlaşıldı. Konuyla ilgili daha detaylı bilgi almak için tıklayın.

Hidra’nın ölümsüzlüğünün sırrı çözüldü:

   Hidra canlısının polip formunun yaşlanma belirtisi göstermediği uzun yıllardır biliniyor. Bu canlı, sadece başka bir canlıya yem olması veya hastalık nedeniyle ölüyor. Bu anlamda ölümsüz canlı sıfatıyla ünlenen Turritopsis nutricula’ya da benziyor. Hidranın bu başarısının altında yatan sebeplerden biri, sahip olduğu kök hücrelerin sürekli olarak proliferasyona uğraması. Bu sene Alman bilim insanları bu süreci inceleyerek, belki de gelecekte insanların yaşlanmasını önleyecek bir keşif yaparak, yaşlanmada etkili bir gen (FoxO) tanımladı. Sonra da genetik yapıları değiştirilen 3 çeşit hidra grubu üretildi. Birinci gruptakiler normal FoxO seviyesine sahipken, ikinci grupta bu gen etkisizleştirildi, üçüncü grupta ise FoxO seviyeleri artırıldı. Etkisizleştirilmiş FoxO genine sahip hidraların bağışıklık sisteminde ciddi sorunlar oluştuğu gözlemlendi. Bu sorunların birçoğu, tıpkı yaşlı insanlarda görülenlere benziyordu. Çalışmanın sonucunda, FoxO geninin yaşlanma sürecinde önemli bir rol oynadığı; dolayısıyla bağışıklık sistemi işlevselliğinin ve kök hücre proliferasyonunun insan hayatını uzatmak için anahtar olabilecekleri bildirildi.


ENCODE, insan genomuna ilişkin ilk makalelerini yayınladı:

(ENCODE=Encyclopedia of DNA Elements; DNA Bileşenleri Ansiklopedisi) Eylül ayında insan genomuna ilişkin bilgilerimiz daha da arttı. Bunun sebebi, 2003 yılında kurulan ENCODE isimli uluslararası araştırma birliği tarafından, ortak hareketle, üç ayrı bilim dergisinde (Nature, Genome Research ve Genome Biology) yayınlanan 30 adet makaleydi. Bu yayınlardan önce de DNA’daki ufak parçaların (yani genlerin), vücudumuzdaki önemli kimyasalları ve proteinleri nasıl kodladığını biliyorduk. Fakat bu, insan genomunun yalnızca %2’siydi; geri kalan kısımların “hurda DNA” olduğu düşünülüyordu. Bilim insanları bu yayınlarda, genomumuzun %80’inin işlev gördüğünü (yani işlevsiz, hurda olmadığını), ama tam olarak ne işe yaradıklarını anlamamız için daha fazla araştırma yapılması gerekeceğini bildirdi. İnsan genomunun bu kısımlarının büyük bir bölümü, hayatımızın belirli zamanlarında “açık” veya “kapalı”  olarak kodlanan genetik bilgiden meydana geliyor. Sunulan verilerin ışığında bu “açma/kapama” düğmelerinin modifiye edilerek, hastalıkların ve yaşlılığın önlenmesinde işe yaraması umuluyor.

Gelecekte hayat kurtarma ihtimali bulunan "oksijen taşıyan parçacıklar" üretildi:

 

   Akut akciğer yetmezliği veya tıkalı hava yolu nedeniyle nefes almakta sıkıntı çeken hastaların kan dolaşımına, başka bir yoldan oksijen sağlanması gerekir; hem de hızlı bir şekilde. Aksi takdirde beyin hasarı ve kardiyak arrest gelişir. Bu amaçla Boston Çocuk Hastanesi’nden bir araştırma ekibi, kana hızlı bir şekilde oksijen kazandırmak için henüz tavşanlar üzerinde denenen bir yöntem geliştirdi: Öncelikle içleri havayla dolu olan mikro parçacıklar tasarlandı, daha sonra bu ufacık parçacıklar doğrudan tavşanın kan dolaşımına verildi. Tavşanların tek bir nefes almadan 15 dakika canlı kalabildikleri gözlemlendi. Dolayısıyla acil bir durumda oksijen taşıyan bu mikro parçacıkların hayat kurtarabileceği ihtimali üzerinde durulmaya başlandı. Hastanenin kardiyoloji bölümünden Dr. Kheir, tekniğin geliştirilmesi halinde nefes alamayan insanların acil durumda 30 dakika kadar canlı tutulabileceğini tahmin ediyor. 


Yararlanılan diğer kaynaklar: 
1. Wired Science
2. Weather.com
3. Scientific American; The Exoplanet Next-Door
4. The Advanced Apes
5. Science Daily
6. Physicsworld.com
7. Polycmic; The Major Scientific Discovery You Probably Did Not Hear About: The Life Saving Oxygen Particle
8. NASA; NASA Mars Rover Fully Analyzes First Martian Soil Samples
9. New Scientist; Whole fetal genome sequenced before birth

Yorumlar (3) -

  • Herkesin yararlanabileceği çok güzel bir derleme. Çok teşekkürler...  

Pingbacks and trackbacks (1)+

Yorum ekle