71 yaşındaki dünyaca ünlü fizikçi Stephen Hawking’e 21 yaşındayken motor-nöron hastalığı [Lateral Sclerosis (ALS) veya diğer adıyla Lou Gehrig hastalığı] teşhisi konmuş ve 3 yıl ömür biçilmişti. Hatırlarsanız 2012 yılında bilim insanları, hastalığı nedeniyle 31 yıldır konuşma yeteneğini kaybetmiş olan ünlü fizikçinin beynini “hackleyerek" onun daha kolay iletişim kurması için yöntemler geliştirmeye çalışmıştı. Bu amaçla Hawking, beyin dalgalarını algılayan ve onları analiz edilmek üzere bir bilgisayara yönlendiren iBrain isimli, kibrit kutusu büyüklüğündeki bir EEG cihazıyla denemeler yapmaya başlamıştı. Cihazın mucidi Stanford Üniversitesinden Dr. Philip Low’du.
Bu yıl Stephen Hawking’in hayatını konu alan HAWKING isimli bir belgesel filmi gösterime girdi. Film, Hawking’in çocukluk ve öğrencilik yıllarına dönüyor ve evde bakıcılarıyla, sonra da ilk eşi Jane ve üç çocuklarıyla tekerlekli sandalyede geçen hayatını anlatıyor. Evliliğinin sonlanmasından ve ikinci eşi Elaine Mason'la evliliğinden de kısaca bahsediliyor. Filmde kız kardeşi Mary, Hawking’in gençliğinde çok hırslı ve meraklı olduğunu, bu özelliklerini evle ilgili konularda da sergilediğini anlatıyor; Hawking’in çocukken kendisine hediye edilen bir bebek evine derhal elektrik ve su tesisatı eklediğinden bahsediyor. Ünlü fizikçi, yazmaktan en çok keyif aldığı kitabın A Brief History of Time (1988) [Zamanın Kısa Tarihi] olduğunu söylüyor.
Gelelim Hawking'in, yaşamını konu alan bu belgesel filminin prömiyerinde kendisine yöneltilen bir soruya verdiği cevaba. Hawking’e, insan bilincinin öldükten sonra var olmayı sürdürüp sürdüremeyeceği sorulmuş, verdiği cevap şöyle: "Bence beyin bilgisayar gibi bir program. Dolayısıyla teoride beyni bilgisayara kopyalamak mümkün. Bu sayede bedenen öldükten sonra bile bir yaşam formu oluşturulabilir. Ancak şu anki imkanlarla bunu gerçekleştirmemiz mümkün değil. Geleneksel ‘ölümden sonra hayat’ inancının, karanlıktan korkan insanlar için uydurulan bir peri masalından ibaret olduğunu düşünüyorum." (Kaynak)
Hawking’in bu sözlerinin de daha öncekiler gibi çarpıtılması çok mümkün. Kendisiyle 2011 yılında yapılan bir röportajda, “Beyni, bileşenleri aksadığında çalışması duran bir bilgisayar olarak görüyorum. Çöken bilgisayarlar için bir cennet veya ölümden sonra hayat yoktur; bu, karanlıktan korkan insanlar için uydurulan bir peri masalıdır” demiş (Kaynak); 2010 yılında yayımlanan kitabı The Grand Design’da [Büyük Tasarım] da evrenin oluşumunu açıklamak için bir yaratıcıya ihtiyaç olmadığını belirtmişti. Birçok röportajında ve kitabında da tekrar tekrar dile getirdiği bu görüşleri nedeniyle batı dünyasındaki dindar kesimden büyük tepki almış; ama bizim ülkemizde sözleri trajikomik bir şekilde çarpıtılarak, “Hawking Allah'ın varlığını kabul etti” diye yorumlanmıştı; örneğin bkz. Hayatı boyunca evrenin oluşumu konusunu araştıran Hawking, kuantum fiziğinin çoklu-evren değerlendirmelerini yapmıştır. Roger Penrose ile birlikte Einstein'ın Genel Görelilik Kuramının, Büyük Patlamayla başlayıp karadeliklerle sonlandığını göstermiş ve böylece Kuantum mekaniğiyle Genel Görelilik kuramlarının birleştirilmesi gerektiğini söyleyerek yirminci yüzyılın en büyük buluşlarından birine imza atmıştır. Bu buluşun işaret ettiği sonuçlardan birisi, evrenin bir sonu ve sınırı olmadığıdır. Dolayısıyla evrenin başlangıcının doğaüstü bir güçle değil, tamamen bilimsel kurallar çercevesinde meydana geldiğini söyleyen Hawking’in kitabını dahi okumaya zahmet etmeyenlerin yaptığı "Hawking dine döndü" şeklindeki yorumlar, onun esas söyledikleriyle taban tabana zıttır. Bunu anlamak için Büyük Tasarım kitabından bir alıntı yapmak yeterli:
"Yüzyıllar boyunca pek çok insan kendi dönemlerinde bilimsel açıklaması yapılamayan doğanın güzelliğini ve karmaşıklığını Tanrı'ya atfettiler. Ancak Darwin ve Wallace'ın, mucize gibi görünen yaşam formlarının bir yüce gücün müdahelesi olmaksızın ortaya çıkabildiklerini açıklamaları gibi, çoklu-evren kavramı da evreni bizim çıkarlarımız için yaratan iyiliksever bir yaratıcıya gerek kalmadan fizik yasalarındaki ince ayarı açıklayabilir."
Stephen Hawking gibi bir dehanın şöhretinden faydalanmak isteyen ve öne sürdükleri iddialarına dair tek bir tutarlı kaynak dahi gösteremeyen bu içler acısı yobaz zihniyet istediği gibi düşünedursun; biz gerçeklere dönelim... Beynin ölümden sonra bilgisayara aktarılabilme ihtimali, şüphesiz “ölümsüzlük” kavramına da yepyeni bir boyut getiriyor; ama ne yazık ki bu yeni boyut dindar kesimin istediği türden bir göstergenin yakınından dahi geçmiyor. Metafizik ruh kavramı zaten modern nöroloji ve bilişsel bilimin verileri sayesinde çökmüş durumda ve hiç kuşku yok ki beynin bilinç, algı ve hafıza gibi işlevleriyle ilgili öğrendiklerimiz her geçen gün daha da artıyor; davranış ve kişiliğin genetik eğilimlerinden, beyin hasarı gören kişilerde yapılan çalışmalardan ve sağlıklı insanlarda yapılan beyin görüntüleme işlemlerinden gelen çok sayıda kanıt, bilincin metafizik değil doğal bir olgu, üstelik de evrimleşerek meydana gelmiş doğal bir olgu olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bir zamanlar çoğu doğaüstü inancın temelinde yatan “Akıllı bir Yaratıcı” olması gerektiği inancı daha da silikleşmeye devam ediyor. Günümüzde, Locke’ın Önce Akıl varsayımından ve onunla birlikte gelen telelolojik argümanlardan çok çok uzaktayız. Ayrıca bir zamanlar hayal edilmesi bile imkânsız gibi görünen Yapay Zekâ [Artifical Intelligence] alanında yapılan çalışmalar da bu konudaki ufkumuzu ciddi anlamda geliştirmiştir. [Konuyla ilgili bkz. bilgisayar biliminin simulated annealing -benzetimli tavlama- diye adlandırılan genel sorun çözme yöntemi (Kirkpatrick, Gelatt ve Vecchi 1983). Bu yöntem bir bilgisayar programının, bir veri yapısını (örneğin başka bir programı) defalarca kurup, parçalayıp, sonra yeniden kurmasını sağlar; böylece körlemesine de olsa kendisinin daha iyi, hattâ optimal bir versiyonunu yaratmış olur. Bu çalışmalar, Yapay Zekâ’daki “bağlantıcı” veya “nöral ağ” gibi yapılara temel oluşturan “Boltzmann makineleri”, “Hopfield ağları” veya sınırlama-tatmin şemasına dayanan diğer düzenlemelerin başlıca esin kaynaklarıdır. (Dennett, 1995)]
Beynin bilgisayara aktarılabileceği düşüncesini, “Hawking, insan ruhunun ölümsüz olduğuna inandığını söyledi” şeklinde yorumlamak isteyenler çıkacaktır mutlaka. Ama neyse ki Hawking bu çarpıtmalara imkan vermeyecek biçimde konuya noktayı koymuş. Türkçe haber siteleri tam da o cümleyi çevirmeye zahmet etmediği için Hawking'in gerçek sözlerine bir kez daha vurgu yapma gereği duyuyorum: "Geleneksel olan 'ölümden sonra hayat' inancının, karanlıktan korkan insanlar için uydurulan bir peri masalından ibaret olduğunu düşünüyorum."
Şunlar da ilginizi çekebilir: