Sinirbilimin en ünlü beyinlerden biri: H.M.

   Her sinirbilim kitabı, H. M. harfleriyle tanımlanan ve yaşadığı amnezi (hafıza kaybı) nedeniyle ünlenen bir hastadan bahseder. İzleyenler, Christopher Nolan’ın 2000 yapımı ünlü filmi Memento’yu ve hayatındaki önemli olayları/bilgileri hatırlayabilmek için ufak kağıtlara notlar yazan filmin baş kahramanı Leonard’ı hatırlayacaktır. İşte Leonard karakteri, yazıda anlatılacak olan bu önemli hastadan esinlenerek yaratılmıştır. Bu kişi, 82 yaşında (2008) hayatını kaybeden ve 27 yaşındayken (1953) geçirdiği beyin ameliyatı sonrasında modern sinirbilimine yaptığı katkılarla bu alanda çığır açan Henry Molaison’dur. İsmi, ölümünden sonra açıklanmıştır. Molaison yaşadığı son güne kadar bilimsel araştırmalar için denek olmaya rıza göstermiş ve solunum yetmezliğinden ölmeden önce de beynini bilime bağışlayarak, J. Annese ve ekibi gibi araştırmacılara hafıza problemleri ile beyin bölgeleri arasındaki ilişkiyi araştırma şansı tanımıştır. Molaison’un beyni üzerinde yapılan çalışmalar, beyin ve hafıza arasındaki ilişkinin anlaşılmasında devrimsel bir rol oynamıştır.

Henry Molaison (H. M.)

Konuyla ilgili biraz tarihçe ve ön bilgi vermek gerekirse:

Henry Molaison 27 yaşında epilepsi şikayetiyle Hartford Hastanesi’ne başvurarak, hem kendi hayatını hem de sinirbilimini sonsuza kadar değiştirecek bir süreci başlatmış oldu. O sıralar Molaison’un epilepsi krizleri çığrından çıkmıştı ve verilen ilaçlar fayda etmez hale gelmişti; Molaison bu durumdan kurtulmak için hemen her şeyi denemeye hazırdı. Şikayeti nedeniyle başvurduğu hastanede, kendisine beyin cerrahı W. B. Scoville tarafından büyük ve deneysel bir lobektomi operasyonu uygulandı; dediğimiz gibi Henry her şeyi denemeye razıydı. (Bu operasyon, Scoville’in o zamanlar elinde bulunmayan ileri beyin görüntüleme tekniklerinin yardımıyla günümüzde de ciddi epilepsi hastalarında uygulanmaktadır.) Operasyonda Molaison’un beyninin bazı bölgeleri (hipokampusun, parahipokampal kortekslerin, entorhinal kortekslerin, piriform kortekslerin ve amigdalanın anterior -yani ön- üçte ikilik kısımları) çıkarıldı. Ancak sonrasında meydana gelen değişiklikler tıp dünyasını şaşkınlığa uğrattı. 

   Operasyondan sonra Molaison’un epilepsisi kontrol edilebilir hale gelmişti ve IQ’su da ameliyattan sonraki 10 ay boyunca ortalamanın üstünde seyretmişti; bu anlamda operasyon esas hedefine ulaşmıştı. Fakat bir sorun vardı: Molaison’un beyni yeni anılar üretemiyordu (anterograd amnezi); ayrıca uzun dönemli hafızaya ait anılarını hatırlamakta da zorlanıyordu (kısmi retrograd amnezi). Kısa dönemli hafıza ve yöntemsel (procedural) bellek gerektiren işleri eskiden olduğu gibi gerçekleştirebiliyorken, uzun dönemli epizodik bellek gerektirenlerde sıkıntı yaşıyordu. Birkaç dakika önce gerçekleşen olayları, konuşmaları ve hattâ doğumgününü bile hatırlamıyordu. Doktorlar operasyondan sonra hastanın kişiliğinde, konuşma yeteneğinde ve algısal becerilerinde hiçbir değişiklik olmazken, beynin uzun dönemli hafızasında bilgi saklanamıyor oluşuna çok şaşırmıştı. Hayattayken onunla en fazla zaman geçiren (yaklaşık 46 sene) bilim insanlarından birisi olan nörolog Suzanne Corkin, Molaison’un bazı çocukluk anılarını tekrar tekrar anlatmayı çok sevdiğini; ama her sabah aynada gördüğü kişi ile bu hikayeler arasında net bir bağlantı kuramadığını ifade ediyor. Birkaç dakika için bile olsa odadan ayrılsa, döndüğünde Molaison’un sanki daha önce hiç tanışmamışlar gibi kendisini ona yeniden tanıttığını ve bu hikayeleri bir kez daha anlatmaya başladığını belirtiyor. Corkin'e göre bilimsel açıdan bu hikayelerin en önemli ve ilginç yanı şuydu: "Henry size hikayenin ana fikrini veriyordu; ama onu hiçbir zaman belli bir zamana veya yere atfetmiyordu. Bizler son doğumgünümüzde ne yaptığımızı hatırlayabiliriz, ama Henry başka hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Zihninde herhangi bir bağıntı veya çağrışım oluşmuyordu.”

    Corkin bu durumun iki istisnası olduğunu da ekliyor: Birisi, genç yaşta yaptığı bir uçak yolculuğu sırasında yaşadıkları, diğeri de babasının sigarasını çalıp gizli gizli içtiği zaman hissettikleri. Molaison ilginç bir şekilde, bu iki anısını çok net hatırlıyordu. 

   O zamanlar, beynin belirli bölgelerinin alınması halinde kişide hafıza kaybı oluşacağını hiç kimse bilmiyordu. Molaison’ın kendi rızasıyla yürütülen araştırmalarda elde edilen bulgular, beyin işlevleri ile hafıza arasındaki ilişkinin anlaşılmasının ve psikolojinin bir dalı olan bilişsel nörofizyoloji alanının gelişmesinin önünü açtı (Bilişsel nörofizyoloji, beynin yapı ve işlevlerinin belli psikolojik süreçlerde nasıl bir rol oynadığını inceler.) Doktorları onunla çalışmanın bir zevk olduğunu; bu süreçte Molaison’un sıkıcı hafıza testlerine hiç sıkılmadan, büyük bir sabırla iştirak ettiğini anlatıyor. Tabii bunun sebebi, testlerin hiçbirini hatırlamadığı için her seferinde yeni bir deneyim yaşıyormuş gibi hissetmesi olsa gerek. 

   H. M. vakasından önce birçok araştırmacı, hafızanın beynin tüm bölgelerinde saklandığına inanıyordu. Onun beyni sayesinde, hafızanın hipokampus ve onu çevreleyen anatomik bölgelerle sınırlı olduğuna dair ilk kanıtlar da elde edilmiş oldu. Fakat Molaison operasyondan sonra da yeni beceriler edinebiliyordu (bunları hatırlamasa da); ki bu durum da yöntemsel belleğin hipokampusta değil, başka bir yerde oluştuğuna işaret ediyordu. 1984-1993 yılları arasında Molaison’un beyni üzerinde gerçekleştirilen taramalar, operasyonda çıkarılan beyin bölgeleri hakkında biraz daha bilgi sundu. Ama bu taramaların çözünürlüğü, lezyonlu bölgelerin kesin anatomik sınırlarını ortaya koymaya yeterli değildi. Hasarın kapsamını tam olarak anlayabilmek için beynin parçalarına ayrılması (diseksiyon) gerekiyordu. 

   2009 yılında Jacopo Annese ve ekibi, Molaison’un ölmeden önce bilime bağışladığı beyni üzerinde kapsamlı bir diseksiyon işlemi gerçekleştirdi. Bu işlem, internet üzerinden canlı olarak yayınlandı (aşağıdaki video). Diseksiyonu takiben yapılan ayrıntılı bir post-mortem (ölüm sonrası) analizle, Molaison’un beyninin 3 Boyutlu bir modeli yaratıldı. Bu çalışma, insan hafızasını anlama çabalarımızda bize önemli histolojik, anatomik ve dijital bilgiler sunmakta ve sunmaya da devam edecek gibi görünmektedir.

[youtube:t9r2J2Yeooo]

Annese ve ekibi tarafından yürütülen çalışmanın sonuçları:

Ekip Molaison’un beynini önce dondurup, sonra da yetmişer mikrometre kalınlığındaki 2401 dilime ayırdı ve her dilimi fotoğrafladı. Uykusuzluktan halüsinasyon görmeye başladığını söyleyen Annese, bu işlemin 3 gün sürdüğünü anlatıyor. Dijital ortama aktarılan bu görüntüler o kadar ayrıntılıdır ki, beyindeki nöronlar bile izlenebilmektedir. Corkin bu konuda şöyle diyor: “Bazı insanlar Henry’nin 2401 nesneye tercüme edildiğini söylüyor; ama ben onu öyle görmüyorum.” Ekip daha sonra, elde ettikleri bu görüntüleri kullanarak beynin kapsamlı bir 3 Boyutlu modelini oluşturdu; buna mikroskobik bir anatomik beyin maketi de diyebiliriz. Böylece gelecekte konuyla ilgili çalışma yapmak isteyen her araştırmacı, Dr. Scoville’in 1953 yılında gerçekleştirdiği operasyonu rahatlıkla inceleyebilecek (sanal diseksiyon yoluyla) ve beynin tam olarak hangi bölgesinin çıkarıldığını belirleyerek nörolojik bozukluklar konusunda bilgi edinebilecek.

Resim: H.M.'nin dondurulan beyni (Credit: UC San Diego)   

   Molaison’un beyninin ayrıntılı haritalandırması, beyninin her iki yarı-küresinde halen bol miktarda hipokampus bölgesi bulunduğunu gösterdi (2013 tarihli çalışma için kaynak). Ancak entorhinal korteksin alınmış olması, bu hipokampus bölgelerinin düzgün işlemesini engellemiş gibi görünüyordu (çünkü entorhinal korteks, hipokampusun içine ve dışına doğru bilgi akışını sağlayan bir geçit görevi yapar). Molaison operasyondan sonra acı, açlık veya susuzluk hissi gibi içsel durumları da algılayamaz hale gelmişti. Diseksiyon sonrasında bunun sebebi de ortaya çıktı: Duygusal tepkilerden ve içsel durumların algılanmasından sorumlu olan amigdalanın neredeyse tamamı operasyonda çıkarılmıştı. Bilim insanları ayrıca sol ön lobda daha önce kimsenin orada olduğunu bilmediği bir lezyon ve beyaz maddenin derinlerinde yer alan bir patoloji de buldu. Annese konuyla ilgili şu yorumu yaptı:

“Ölümden sonra incelenen bir beyin, ancak gerçek bir insanın gerçek davranışları ile anatomik bulguları ilişkilendirebilirseniz yararlı olur; böylece beynin neye benzediği ile kim olduğunuz arasında bağlantı kurabilirsiniz. H. M. söz konusu olduğunda, elimizde beynini ilişkilendirebileceğimiz 50 yıllık bir davranış kalıbı mevcuttur.”

(Credit: WGBH Educational Foundation)   

   Sinirbilimi alanında en çok incelenen hastalardan biri olan Henry Molaison’dan elde edilen beyin dilimleri ve onların 3 Boyutlu dijital görüntüleri, kendisinin ölümünden sonra da bilime katkı sunmaya devam ediyor. Kısacası Molaison sadece bilim camiası tarafından değil, hepimiz tarafından hatırlanmayı hak eden, bilime önemli katkılar yapmış bir güzel insandır. Bilime bağışladığı beyni üzerinde yapılan çalışmalardan elde edilecek bulguların, gelecekte Alzheimer ve benzeri hastalıkların tedavileri açısından ne kadar önemli olduğunu belirtmeye gerek bile duymuyorum. Onun yerine yazıyı, Henry Molaison ile en fazla vakit geçiren kişilerden biri olan nörolog S. Corkin’in ona dair küçük bir anısıyla bitirelim:

“Ölümünden sonra Henry’nin beyni uçakla San Diego’ya taşınacaktı. Henry’nin beyni, kendine ait bir koltuğa kemerle bağlanmıştı. Uçağın kalkışını izlerken, Henry’nin çocukken uçağa bindiği gün hissettiklerini [hatırlarsanız bu, onun hiç unutmadığı iki anısından biriydi] bizimle paylaştığı zamanları düşündüm ve çok duygulandım. Bu, mükemmel bir elvedaydı.” 

 

İlginizi çekebilecek benzer yazılar:

    Kaynaklar:

 

Yorumlar (2) -

  • Gerçekten de güzel bir yazı olmuş elinize sağlık.
    Özellikle bilincin ve karakterin ruh gibi bir metafizik kavramda olduğunu iddia edenler için iyi bir deney aslında. Hafızaların beyinde olduğu düşünülürse ve karakterinde anıların üst üste binmesinin bir sonucu gibi düşünürsek her şey ortadadır.
  • olağandan farklı durumlarla karşılaşıldığında,bizde oluştuğunu sandığımız ve adına duygu dediğimiz durum sadece beynimizin bir çözüm arama isteği olabilir mi,ve öğrenilen bu durumların tekrarında oluşan duygularda yoğunluk azalması olduğu belli değil mi?aynı fıkrayı her dinlediğimizde gülmemiz gerekmiyorsa alışma bir uyum şekli değil midir.sürü yaşamı gibi.Beynimiz sadece görevini yapıyor tabi bir arızası yoksa.en yoğun yaşanılan duygu daha çok hatırlanır ki çözüme çabuk ulaşılsın

Yorum ekle